Klasik Beş Element Akupunkturu’nda, bir kişinin semptomlarının herhangi bir elementte veya 12 yapısal faktörden (organ/fonksiyon) herhangi birindeki dengesizlikten kaynaklanabileceği temel bir ilkedir. Her insan, doğuştan veya yaşamın erken dönemlerinde, Beş Element’in doğal işleyişinde bir dengesizlik ile dünyaya gelir veya bunu geliştirir. Bu dengesiz element, Neden Faktörü (Causative Factor veya CF) olarak adlandırılır ve hastalığın temel nedeni haline gelir. Neden Faktörü, hastadan elde edilen duyusal bilgilerle değerlendirilir. Her elementin, dengesi bozulduğunda algılanabilen bir kokusu, rengi, sesi ve duygusu vardır. Neden Faktörü’nün doğru teşhisi ve tedavisi, Klasik Beş Element Akupunkturu’nun anahtarıdır.
Bu sistem ayrıca, her bireyin beden, zihin ve ruh sağlığının, hastalığın nedenini tam olarak anlamak ve tedavi etmek için dikkate alınması gerektiğini kabul eder. Bu nedenle, semptomlar fiziksel, zihinsel veya ruhsal seviyelerden herhangi birinde dengesizlikten kaynaklanabilir. Bir kişinin birincil elemental Neden Faktörü ve en çok etkilendiği seviye olacaktır. Dolayısıyla, bir bireyi Zihin seviyesini Toprak nedensel faktörü olarak nitelendirebiliriz; bu, Toprak’ın dengesizliğin birincil kaynağı olduğu ve dengesizliğin esas olarak zihinde tezahür ettiği anlamına gelir.
Elemental dengesizlik, bir kişinin yaşamı boyunca başka bir elemente dönüşmeyeceği gibi, etkilenen seviye de değişmez; ancak uygun tedavi ile güçlendirilebilir, uyumlu hale getirilebilir ve restore edilebilir.
Bir seviyedeki dengesizlik, diğerlerini etkileyecek ve etkilemelidir, çünkü biz bir bütün olarak birbirimizle bağlantılıyız. Fiziksel ağrı, zihin ve ruhu etkilemelidir. Zihinsel meşguliyet ve endişe, beden ve ruh üzerinde etkisini gösterecektir. Ruh, hem bedeni hem de zihni beslediğinden, onların işleyişini kesinlikle etkiler. Dikkat edilmesi gereken husus, nedensel faktürün elementinin ve seviyesinin diğer element ve seviyelere evrilmediği ancak onları da etkilediği. Dönüşüm ve etkileşim ayrı şeylerdir ve burada dönüşüm değil etkileşim vardır.
Duygular, bu tıp sisteminde bir “seviye” olarak kabul edilmez, ancak teşhis koymada önemli bir rol oynar; çünkü her elementin, belirli bir durum setinde uygun veya uygun olmayan bir şekilde ifade edilebilecek bir duygusu vardır. Duyguların kendini ifade etme şekli, öncelikle zihinsel veya ruhsal düzeyden kaynaklandığı şeklinde algılanacaktır.
Üç Seviye
Fiziksel Düzey
Fiziksel seviye, beden sistemlerinin fizyolojik işleyişi ve yapısını ifade eder. Birçok hasta fiziksel ağrı ve işlev bozukluğunun hafifletilmesi için yardım ararken, günümüz çağında ve kültüründe ağrının kaynağının, hastalıklara karşı direncin veya bedenin tam olarak iyileşme yeteneğinin tamamen fiziksel olması nadirdir.
Endüstri öncesi toplumlarda, çoğu dengesizlik ve hastalık fiziksel nedenlerden kaynaklanıyordu: dışsal patojenik faktörler. Toprağı işleyen ya da avlanan insanlar, genellikle aşırı sıcak, soğuk, yağmur, rüzgar, nem gibi koşullara maruz kalıyordu. Eğer ıslansalar, genellikle ıslak kalıyorlardı. Evler yeterince ısıtılmıyordu ve klima kavramı bilinmiyordu. Hasat yetersizse, diyetleri de yetersizdi; çünkü yiyecek stoklarını yenilemek için süpermarketler yoktu. Bu ve benzeri birçok fiziksel saldırı, böyle koşullarda yaşayan insanların bedenleri üzerinde etkisini gösteriyordu. Sonuç olarak hastalık yaşıyorlardı.
Bu tür insanların genel olarak eksik olan şey, modern Batı toplumunun ayrılmaz bir parçası olan hastalığın içsel nedenleriydi: stres, diğer insanlarla rekabet, ilerleme obsesyonu, maddi kazançlara bağlılık ve bununla birlikte gelen kıskançlıklar, rekabetler, güç mücadeleleri ve iş birliği yerine izolasyon.
Günümüzde, Batı dünyasında, çoğu insan oldukça iyi bir şekilde barınmakta ve beslenmektedir. İşçilerin tüm gün sert hava koşullarına maruz kalmalarını yasaklayan yasalar vardır. Genellikle kuru giysiler, içecek yeterli su, yiyecek gibi şeyler mevcuttur. Tüm bunlara rağmen, zihinsel ve ruhsal seviyelerde şimdiye kadar hiç olmadığı kadar hasta insan bulunmaktadır.
Zihinsel Düzey
Hastalık zihin seviyesine ulaştığında, kişinin net düşünme yeteneğini etkiler (neden-sonuç ilişkilerini görme yeteneğini, mantıklı bir akıl yürütmeyi takip etme yeteneğini).
Zihin içinde bir savaş yürüttüğünde, kafa karışıklığı, zihinsel takıntılar ve hatta umutsuzluk ortaya çıkabilir. Zihinsel düzlemde dengesiz olan bir kişiyi “takip etmekte” zorlanabiliriz. Onların fikirleri, bir bulmacanın parçaları gibi, bir araya gelmiyor gibi görünür ve bu nedenle onların yanında karışık hissedebiliriz.
Özellikle belirli davranışları veya söylenen sözleri analiz edip kategorize ederek bir hastanın düzeyini belirlemenin mümkün olmadığını vurgulamak istiyorum. Bu, yalnızca hastayla olan etkileşimimiz üzerinden, kendimizden içsel olarak algılanabilir.
Hastaların sözleri, ses tonu, duygu ve sözsüz iletişimden (örneğin fiziksel temas, beden dili, nefes alma, yüz ifadesi vb.) çok daha az önemlidir: Bu tıp sisteminde, bir hastayı sorgularken merakımızı rehber olarak kullanırız; bir soru genellikle bizi daha derin bir düzeye götüren başka bir soruya yönlendirir. Zihinsel düzeydeki bir hastayı sorgularken, sorgulama derinleştikçe, ruhsal dengesizliği olanların merkezinde derin bir boşluk yerine, sağlam ve güçlü bir çekirdek algıladığımızı sıkça buluruz.
Bu aynı zamanda akupunktur uygulayıcısı olan biz hekimlerin çağımızda tüm meslekler için hem bir fırsat hem de bir tehdit olan yapay zeka karşısında hep galip geleceğimizin kanıtıdır.
Ruh Seviyesi
Kültürümüz, bedenin ve zihnin gelişimine büyük önem vermektedir. Bebeklerimizin boylarının uzadığını ve kilolarının arttığını gururla bildiriyoruz. Küçük yaşlardan itibaren okullarda hem zihinsel hem de fiziksel eğitim dersleri bulunmaktadır. Spor ve egzersiz fırsatları hayatımız boyunca bolca mevcuttur ve bunlar elbette önemli ve sağlıklıdır. Zihinsel kapasite, okulda başarılı olmamız ya da olmamamızla ölçülen başarı ölçütümüz haline gelir. Ebeveynler, çocuklarının akademik ilerlemesi, üniversite tercihleri ve kariyer fırsatları hakkında övünürler. Daha fazla eğitim, başarıya giden yol olarak görülmektedir.
Nadiren ruh hakkında sorular sorar veya konuşuruz. Bir arkadaşımızla veya akrabamızla çocukları olduğunda karşılaştığımızda “Çocuklar nasıl?” diye sorarız. İyi haber, çocuğun fiziksel olarak sağlıklı, güçlü büyüdüğü ve okulda başarılı olduğu ile ilgilidir – kötü haber ise bunun tersidir. Nadiren “Çocuğun ruhu nasıl?” diye sorarız. Bu, toplumumuzda en çok ihmal edilen ve en dengesiz, iyileşmeye ihtiyaç duyan seviyedir.
Dengesizlik ruh seviyesine ulaştığında, kendilik kimliğimizde – kim olduğumuzu ve neye inandığımızı – en derin şekilde etkiler. Fiziksel olarak hareket eden bir robot ve “mantık yürütüp” veri yöneten bir bilgisayar yaratabiliriz, bu da düşünmeye benzer.
Bizi benzersiz kılan şey ruhumuzdur. Bu, hem zihni hem de bedeni harekete geçiren ve canlandıran İlahi Kıvılcımdır.
Ruh hakkında konuşmak, zihni kullanarak kelimelerle ifade edilemeyen bir şeyi anlatmaya çalışmaktır; ancak günlük İngilizcede ruh ile ilgili birçok referans vardır ki bunları hepimiz kolayca anlarız. Okul ruhundan, takım ruhundan, topluluk ruhundan hepimiz haberdarız. Bir arkadaşımızın “iyileşip iyi ruh halinde” olduğunu bildirdiğimizde ne demek istediğimizi biliyoruz. Ayrıca, kendi ruhumuzun erişildiği anı hissetmenin ne demek olduğunu da biliyoruz – düşünce düzeyinin ötesinde.
Profesör J.R. Worsley, ruhu, “…tüm şeylerdeki içsel öz, tüm şeyleri canlandıran ve büyüten öz” olarak tanımlamıştır. Çinlilere göre, ruh her şeydedir; hava, ağaçlar, su, toprak, hayvanlar, bitkiler, insanlar, her bir şey.
Bir kişinin ruhu dengesiz olduğunda ne hisseder? Birkaç etiket kullanacak olursak: pes etmiş, amacsız, cansız, depresif, hayal kırıklığına uğramış, kaygılı, değersiz. Beden hayatta ve işlevsel olabilir; zihin çalışıyor olabilir, ancak kişi ruhsal olarak ölü ya da mücadele içinde olabilir – belki de acıyı uyuşturmak veya gizlemek için her türlü telafi edici çıkışı kullanıyordur. Bu, yiyecek, uyuşturucu, cinsellik, aşırı çalışma gibi şeyleri içerebilir.
Hastalığın Seviyesini Teşhis Etmek İçin İlişki Kurma Becerilerini Geliştirme
Bir hastanın seviyesini ve bu seviyedeki özel ihtiyaçları, kendimizdeki aynı seviye ile algılayabiliriz. Bir hastanın seviyesini yalnızca hasta ile olan deneyimimizle belirleyebiliriz. Bir hastanın zihnini yalnızca kendi zihnimizle deneyimleyebiliriz. Benzer şekilde, bir başkasının ruhunu da yalnızca kendi ruhumuz aracılığıyla deneyimleyebilir (iletişim kurabilir, ulaşabilir ve anlayabiliriz). Bir hastanın seviyesini sadece zihinsel ya da ruhsal olarak tanımlamak yeterli değildir. Görevimiz, kendimizin bütününden, yalnızca en çok sorun yaşayan seviyeyi değil, tam olarak sorunun ne olduğunu belirlemek ve problemin köküne ulaşmak için doğru noktaları seçmektir. Eğer beden acı çekiyorsa ve neden zihinsel ya da ruhsal seviyede bir dengesizlikse, yalnızca fiziksel düzeye yönelik bir tedavi sadece semptomları hafifletecektir. Bu, iyileştirmeyecektir.
O halde, hastayı tümümüzle deneyimlemek lazım, sadece düşünmek değil.
Bu nasıl mümkün olabilir?
Profesör Worsley, bir başkasını teşhis etmenin mümkün olmadığını, çünkü bir başkasını yalnızca kendi duyularımız aracılığıyla deneyimleyebildiğimizi söyler.
Ne kokladığımız, ne gördüğümüz, ne duyduğumuz ve hissettiğimiz, bizde algılanır ve başka bir yerde değil. Zihin müdahale etmeden, saf bir kesinlikle hissedebiliriz. Zihin devredeyken, yalnızca onun gürültüsünü algılarız, hastayı değil. Neyse ki, aynı anda hem duyularımızda hem de düşünmekte olmak mümkün değildir. Dışarı çıkıp yüzümüze soğuk bir ıslaklığın çarptığını hissetmek gibidir. Bu, duyusal bir deneyimdir. Ardından “yağmur yağıyor” düşüncesi gelir. Düşünce, duyusal deneyim değildir, duyusal deneyimi tanımlayan bir ifadedir. Aynı şekilde, duyularımız aracılığıyla hastanın kokusunu, rengini, sesini, duygusunu ve seviyesini deneyimleriz. Ardından, zihin, duyularımızın algıladıklarını tanımlamak ya da etiketlemek için doğru bir şekilde kullanılabilir.
Bu amaçla, hasta ile “bir bütün” olmamız gerekir; ne analiz ederek ne de düşünerek, sadece hasta ile “var olmak.” Bu duruma “report” diyoruz, eski İslam alimleri ise bu duruma ”hemhal olmak demiş”. “Bir bütün” olmak, aynı zamanda bizim tarafımızdan ne bir beklenti ne de bir çaba anlamına gelir – “doğru” olanı bulmaya çalışmak, “doğru” soruları sormak, bir şeyi çözmek ya da iyi bir izlenim bırakmaya çalışmak gibi. Tüm bunlar düşüncelerdir, duyularımızı kapatır ve kafamızda sıkışıp kalmamıza neden olur.
Konfor Alanlarımız
Tamamen mevcut olmak, beklenti olmaksızın, her türlü duyusal izlenimi almaya hazır olmak, alıştığımız “rahat alanlarımızın” dışına, bilinmeyene uzanmaktır. Bu, çocukken doğal olarak sahip olduğumuz meraklı ve heyecan verici masumiyettir. Ancak yetişkinler olarak, geçmiş deneyimlerimizin acısını taşırız ve bunları geleceğe yansıtırız. Spontane ve doğal bir şekilde hareket edip tepki vermek yerine, belirli “kötü” hayali sonuçlardan (örneğin, reddedilme, hayal kırıklığı, eleştiri, aptal görünme vb.) korkarız ve kendimizi koruyacağını düşündüğümüz bir rahat alanının içine izole ederiz. Böylece, “yasak” olarak değerlendirdiğimiz belirli davranışlar; duygular, konuşma tarzları, jestler, fiziksel temas kurma ya da kurmama gibi davranışlar ortaya çıkar. Kendimizi içimize kapatır ve olabildiğince hayali rahat alanımızın dışına adım atmayız. Rahat alanımızdan çıkmamızı gerektiren bir durumla karşılaştığımızda, genellikle alarm ile tepki veririz, sorunu “düzeltmeye” çalışırız ve tekrar rahat alanımıza dönmeye çalışırız.
Ancak öğrenme ve büyüme, yalnızca rahat alanın dışındaki bir seviyede gerçekleşir. Rahatsızlığın var olmasına ve hatta artmasına (ama yaralanma noktasına kadar değil) ne kadar istekliysek, o kadar öğrenir ve büyürüz. Rahatsızlıktan korkmak yerine, ona doğrudan merak dolu bir tutumla yaklaşır ve kendimizi sınırlarımızın ötesine uzanabilmemize izin verirsek, bu sınırları genişletir ve aşarız. Herhangi biriyle “var” olabileceğimizi, o kişinin kim olduğunu, neye ihtiyacı olduğunu ve ne tür noktaların çağrıldığını algılayabileceğimizi keşfederiz.
Ve cevap…
Kendimizi unuttuğumuzda ve tamamen hastaya odaklandığımızda, korunmuş oluruz. O zaman ayrı “ben” kaybolur. Sadece bilinç kalır. Korunması gereken, kafası karışık olan ya da bir şeyleri çözmeye çalışan bir “ben” yoktur. Bu boş alıcı durumunda, hastanın dengesizliklerini sarsıcı bir şekilde hissederiz. Koku, renk, ses ve duygu ile birlikte seviyeyi ve neye ihtiyaç duyduğunu algılayabiliriz. Düşünmek yerine hisseder ve sezeriz. Hastanın izini takip ederiz, kendi izimizi değil. Kendimize odaklandığımızda, hastayla birlikte değiliz.
Odaklanma üzerindeki kontrolümüz vardır. Ya kendimizdeyiz ya da hastadayız. Kendimize odaklandığımızda, aslında dün düşündüğümüz aynı 65.000 düşünceyi (tahmini!) geri dönüştürüyoruz. Kendi deneyimlerimde, bu oldukça sıkıcı hale geliyor. Mükemmellik peşinde koşmak ve “doğru” yapmaya çalışmak da aynı şekilde sıkıcı. Ancak alçakgönüllülük ve başkalarına hizmet etmek son derece ilgi çekici, her zaman yenidir, sıklıkla zorludur ve asla sıkıcı değildir!
Hastayla “beraber” olmadığınızı fark ettiğiniz an, yeniden bağlantı kurun. Fiziksel temas kurun. Bu, algı ölçerinizi “takmak” için bir yoldur. Eğer “takıldığınızı” hissediyorsanız, pozisyonunuzu (ya da hastanın pozisyonunu) değiştirin ve gerçekten merak ettiğiniz o soruyu sorun. Duyularınız hastanın enerjisiyle rezonansa girdiğinde, içsel olarak ne
hissettiğinizi fark edin. Eğer gerçekten merakla (bir çocuk gibi) yönlendiriliyorsanız ve başka bir gündeminiz yoksa, hastanın hissettiklerini hissedeceksiniz. Neden olan faktörü, seviyeyi ve hastanın tam ihtiyacını algılayabilirsiniz. Nabızlardan, hastanın enerjisinin 12 Resmi’nde tam olarak hangi durumda olduğunu bilebilirsiniz. Bu, Klasik Beş Element Akupunkturu’nun (noktalara ait ruhlar, doğal yasalar, tıkanıklıklar vb. dahil) temel bilgisiyle birleştirildiğinde, nedeni temel seviyede tedavi etmenizi sağlar.
Hasta gittikten sonra, var olmadığınız anları gözden geçirin. Kendinize nereye gittiğinizi sorun. Sizi rahatsız eden hangi duygusal “düğmelere” basıldı? Neyi kaçırmayı seçtiniz? Kendinizi nasıl oyaladınız ve hangi düşüncelerle? Bu, hepimizin kendimizde yapması gereken, doğanın daha iyi ve daha rafine araçları haline gelmek için son derece dürüst ve cesurca bir çalışmadır. Bu, en değerli varlık olan bir insanın beden/zihin/ruhunu yönetme konusunda bize emanet edilen bir iştir.