Fiziksel olarak var olduğu şekliyle akupunktur kanalı sudan yapılmıştır. Su, şeffaftır ve elle tutulamaz; yakalayamayacağınız ya da tutamayacağınız bir şeydir. Akupunktur kanallarını anlamak için önce suyu anlamamız gerekir. Suyun kendine ait bir şekli yoktur. Şekli, içinde bulunduğu kap, içine battığı nesneler ve yerçekimi kuvvetiyle içinden aktığı kanal tarafından oluşturulur.
Su, her şeyde ve çevremizdeki her şeydedir; havada sis, don ve bulut olarak bulunur; çiçekte, ağaçta, yiyecekte ve vücudumuzda temel bir unsur olarak bulunur. Su, aslında tüm bunların içinde şekilsiz olarak bulunur. Su diğer tüm elementlerden önce var olan ilk elementtir. Bu sebeple, akupunktur kanallarındaki su, sıradan sudan farklı özel elektriksel özelliklere sahip olabilir. Kararlı su kümeleri içerdiği düşünülür ve bu, akupunktur tedavisinde önemli bir faktördür.
Yapılandırılmış Su ve “Hariç Tutma Bölgesi” (EZ)
Yapılandırılmış su (H3O2), sıvı ve katı arasında dördüncü bir su hali olarak düşünülebilir. Buzun altıgen yapısına sahiptir; ancak bu kritik bir bağ eksik olduğundan katıdan çok jöle gibi davranır. Bu yüzden sıvı kristal olarak kabul edilir ve dökme sudan daha viskozdur.
H3O2, hidrofilik (su seven) yüzeylerin yanında kendi kendine büyür ve katman katman büyüyerek tüm safsızlıkları dışarıda bırakan çok ince bir ağ oluşturur. Bu süreçte, yükleri ayırır ve bir batarya gibi davranarak, çevresindeki suyla etkileşim kurar.
Biyomotional ve Biyomotorik Kavramlarının İnsan Hareketindeki Yeri
“Biyomotional” yeni bir kelime olup, insan hareketini anlamada klasik biyomekanik kavramın yerini almıştır. İnsan vücudu, çeşitli yumuşak dokulardan ve sıvılardan oluşur ve tamamen mekanik özellikler sergileyen bir makine değil, daha fazlasıdır.
Belirli hisler ve duyumsamalarla devinim bulduğumuzda, hareketlerimizi yalnızca biyomekanik prensiplerle açıklamak yeterli olmayabilir çünkü fizyolojik ve duygusal pek çok unsur devreye girer. Bizler duygularımızla hareket ederiz ve bu sebeple, biyolojik hareketlerimizin anlaşılmasında “biyomotorik” ve “biyomotional” terimler önerilen yeni bakış açılarıdır.
Bu kavramlar, geleneksel biyomekanik yaklaşımlarına ek olarak, insan vücudunun nasıl hareket ettiği konusundaki anlayışımızı genişletmeye çalışır. İnsan vücudu sadece fiziksel kurallara göre değil, aynı zamanda biyolojik ve nörofizyolojik süreçlere dayalı olarak da hareket eder. Vücudun tek bir parçası diğerlerinden bağımsız çalışmaz. Duygular, algılar gibi daha soyut unsurların da motor fonksiyonları etkileyebilir ve hareket sırasında güç tek bir merkezden iletilmek yerine tüm hücrelerde motor ya da kasılma oluşturucu etkileri nedeniyle güce katkıda bulunur.
Bir İğnenin Yerleştirilmesi ve Etkisi
Paslanmaz çelik bir iğne doğası gereği hidrofiliktir. Vücuda yerleştirildiğinde, büyük oranda su olan hücre dışı sıvı ile temas eder. Bu temas, iğnenin etrafında bir “Hariç Tutma Bölgesi” (EZ) oluşumuna yol açar ve bu süreç radyan enerji (çoğunlukla ısı) tarafından desteklenir. Çevredeki su proton konsantrasyonu artar ve pH düşer. İğneye uygulanan moksa, daha fazla radyan enerji ekleyerek, bölgedeki reaksiyonu hızlandırır ve EZ bölgesini genişleterek etkinliği artırır.
Bu bütünsel yaklaşım, akupunktur tedavilerinde fizyolojik ve biyolojik akışların derinlemesine anlaşılmasına yardımcı olur. Akupunktur tekniklerinin bu karmaşık su yapılarına dayandığı göz önünde bulundurulduğunda, suyun ve bu yapıların insan biyolojisindeki yeri yeniden değerlendirilmelidir.
dr. ibrahim çerçi – kuşadası
ekim 2024