Kimse kuantum bilgisayarların neden çalıştığını anlayamaz çünkü onların gerçek operasyonu uzay-zaman içinde gerçekleşemez.
Daha derin bir gerçeklik var; hislerin ve alanların, bilginin anlamının var olduğu bir dünya.
Bu dünyadan, klasik bilgiyi alabileceğimiz klasik bir dünyamız var. Biz yalnızca bu dünyanın var olduğuna inanıyoruz ama bu dünya, bedenlerimizle inşa ettiğimiz bir dünya.
Şimdi duyacaklarınız, kendinizi, bedeninizi, zihninizi hatta evrendeki yerinizi nasıl gördüğünüzü tamamen yeniden şekillendirebilir. Federico Fin, sadece herhangi bir bilim adamı değil, mikroişlemcinin mucidi. Her bilgisayarda her anahtar, bir bit ya açık ya da kapalıdır. İşte bu kadar. Sıfır ya da bir. Ama bedeninizdeki her bir hücre, sizin kim olduğunuzun tam planını içerir. Her hücre, bütünün minyatür bir yansımasıdır. Bu mekanik değil, holografiktir. Biz insan varlıklar olarak, var olan her şeyin parça-bütün ilişkisi içinde alanlarıyız; her şeyin bütününü tekrar eden bir deseniz. İşte burada daha ilginç bir şey var: Bu hücrelerin her biri yalnızca bilgi tutmakla kalmaz, aynı zamanda tüm vücutla daha derin kuantum alanları aracılığıyla bağlantılıdır. Bu, bedeninizin sadece birbirinden bağımsız çalışan parçalar sistemi olmadığı, sürekli olarak uyum sağlayan, kendinin farkında olan bir
ağ olduğu anlamına gelir. Ve bu spekülasyon değil, kuantum fiziğinin temelleriyle desteklenmektedir. Şimdi bunu açalım.
Kuantum Gerçeği
Klasik fizik, maddeyi izole edilebilir ölçülebilir bir şey olarak ele alır. Ama kuantum fiziği bu fikri sarsmıştır. Parçacıklar, nesne değil; bir alanın durumlarıdır. Dalgayı okyanustan ayıramazsınız; dolayısıyla bir hücreyi de çıktığı alandan, yani alanından ayıramazsınız. O yüzden “Gerçekten neyiz?” diye sorduğumuzda, biz kimyasal tepkimelerde bulunan çuvallar değiliz, dinamik belirsiz sistemleriz; niyete, dikkat ve belki de bilinçle yanıt veren alanların içine geçmişiz. Ve eğer bu doğruysa, o zaman bilinç modelimiz, beynin kimyasıyla bir yan etki olarak düşündüğümüz anlayışın tamamlayıcısı değil, aksine temelden hatalıdır.
Devam edin, çünkü sıradaki adım 20. yüzyıldan beri modern bilimin en önemli parçayı neden ıskaladığını gösteriyor. Yüzyıllardır bilim, basit bir kural üzerine çalışıyordu: Eğer ölçemezseniz, var olamaz. İşte bu yüzden yaşamı kimyasal tepkimelere ve beyindeki nöronların ateşlenmesine indirgedik, çünkü gözlemleyebildiğimiz, kaydedebildiğimiz ve yeniden üretebildiğimiz şeyler bunlardı. Ama işte bir sorun var: Bu yöntem, ne kadar güçlü olursa olsun, resmin yalnızca yarısını, görünür yarısını tanımlayabilir. Ölçemediğimiz, gözlemleyemediğimiz, ancak hemen hemen her yerine bağlı olan görünmez bağlantıları, kuantum alanlarını kaçırır.
Ironik bir şekilde kuantum fiziği bize bu durumu on yıllardır anlatıyor. Parçacıklar, artık inandığımız gibi küçük madde birimleri değil; aslında birer nesne değiller, geçici dalgalar. Bu, her bir parçacığı izole etmenin ve anlamanın imkansız olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla neden modern bilim makine modeline bu kadar sıkı bağlı kaldı? Çünkü öngörülebilirlik, kontrol edilebilir ve klasik bir dünya yaratma yanılsaması verir.
Ama kuantum-klasik dünyada işler farklıdır; uyum sağlarlar, kendiliğinden organize olurlar ve her zaman önceden tahmin edilemeyecek şekillerde evrilirler. Bu, elde etmeyi ve kontrol etmeyi daha zor hale getirir.
Ve burada daha derin bir yer var: Eğer klasik model, bilinç hakkında anlamı soyutlayıp onu yalnızca beyin kimyasının bir yan etkisi olarak ele alıyorsa, kuantum modeli tam tersini yapar; bilinci temele koyar. Yani kaza değil, bir sonuç değil, gerçekliğin kendisinin başlangıç noktasıdır. Eğer doğruysa, o zaman yapay zeka ve nörobilim gibi her şey, yaşamın ne anlama geldiği konusunda tehlikeli bir şekilde eksik bir anlayış üzerine inşa edilmiştir. Eğer daha önce ‘bilinç neden hala bilimin en büyük sırlarından biri?’ diye merak ettiyseniz, bunun temelinde yatan şey denediğimiz hiçbir şeyin, bu görevi yapmak için uygun araçlar olmaması.
Klasik dünyada, bilgisayarlar ve denklemlerin dünyasında, bilgi statiktir; onu kopyalayabilirsiniz, hareket ettirebilirsiniz ve algoritmalarla işleyebilirsiniz. Ama teknoloji,
her şeye bir algoritma uygulamaktan öteye geçemiyor çünkü anlamı simüle edemez. Bir makine bir cümle üretebilir ama o cümlenin anlamını hissetmez. Kuantum bilgiler, tamamen farklı kurallara göre çalışır; onu kopyalayamazsınız. Gözlemledikçe tamamıyla algılamış olamazsınız, kuantum bitini ölçmeye çalıştığınız anda, o potansiyeli olan sonsuz olan her şey bir sıfır ya da bir olarak çöküşe geçer. Şu andan itibaren, bu çöküş gerçekleştiğinde, orijinal durum kaybolur. Kuantum bitinden elde edebileceğiniz maksimum bilgi klasik bir bit olarak azalır. Kuantum bitinin bilinmesi mümkün değildir; klonlama teoremi, bir kuantum bitini klonlayamayacağınızı söyler. Kuantum bilgisi yeniden üretilemezken, klasik bilgi tekrar tekrar üretilebilir. Bu, kuantum bilgisinin özel olduğu anlamına gelir; onu, üzerinde bulunduğu sistemden ayıramazsınız. İşte akıllara durgunluk veren kısım; bu tür bilgi, deneyim gibi davranır, veri gibi değil. Şu an nasıl hissediyorsunuz? İç deneyiminiz, indirgenemez, yapılamaz. Gerçek ve var olan bir şeydir ama yalnızca içinizde var olabilir. Belki de bilincin beyin tarafından üretilmedi